Adaptasyon: Organizmanın çevresel koşullara uyum sağlama süreci.
Aile Terapisi: Aile içi ilişkileri ve iletişimi güçlendirmeye odaklanan terapi türü.
Algı: Duyusal bilgilerin anlamlandırılması süreci.
Aleksitimi: Duyguları tanıma ve ifade etmede yaşanan güçlük.
Alt Benlik: Freud’un yapısal kuramında, içgüdüsel dürtüleri temsil eden ID’in halk dilindeki karşılığı.
Anksiyete: Nedeni belirli ya da belirsiz olan yoğun kaygı hali.
Antisosyal Kişilik Bozukluğu: Toplum kurallarına uymama ve empati eksikliğiyle tanımlanan kişilik örüntüsü.
Arketip: Jung’a göre insanlığın ortak bilinçdışında yer alan evrensel semboller.
Asimilasyon: Yeni bilgilerin mevcut zihinsel yapıya uyarlanması süreci.
Ayna Nöronlar: Başkasının davranışlarını gözlemlediğimizde etkinleşen, empatiyle ilişkili beyin hücreleri.
Bağlanma: Çocuğun bakım verenle kurduğu ilk duygusal ilişki biçimi.
Bağlanma Kuramı: Bowlby tarafından geliştirilen, erken bağlanmanın yetişkin ilişkilerini etkilediğini açıklayan kuram.
Bastırma: Rahatsız edici duygu ve düşüncelerin bilinçten uzaklaştırılması.
Bedenselleştirme: Psikolojik sıkıntıların bedensel belirtilerle ifade edilmesi.
Benlik: Kişinin kendine dair algısı ve kimlik duygusu.
Benlik Saygısı: Kişinin kendine verdiği değer.
Benlik Kurgusu: Kişinin kendi hikayesini nasıl algıladığı ve anlamlandırdığı yapı.
Bilgi İşleme: Zihnin bilgiyi alma, depolama ve geri çağırma süreçleri.
Bilinç: O anda farkında olunan duygu, düşünce ve algıların toplamı.
Bilinçdışı: Farkında olunmayan ancak davranışları etkileyen zihinsel süreçler.
Anneyle Olan Bağ Her Şeyi Nasıl Etkiler?
Hayatımızdaki en derin izleri bırakan bağlardan biri çoğu zaman fark etmeden içinde büyüdüğümüz anneyle olan ilişkidir. Daha konuşmayı bilmezken onun gözlerine bakarak kendimizi tanır, onun kucağında güveni öğrenir, ses tonuyla huzuru ya da kaygıyı hissederiz.
Anneyle kurulan bu erken bağ, yalnızca çocukluk dönemini değil; yetişkinlikte kurduğumuz ilişkileri, kendimize bakışımızı, hayata karşı cesaretimizi ve hatta başarımızı bile etkiler.
Çünkü anne, çocuğun ilk aynasıdır; “Sen değerlisin, güvendesin, yeterlisin” mesajını verir ya da sessizce tam tersi duyguları yerleştirir. Bu yüzden çoğumuz farkında olmadan bugün yaşadığımız kaygıları, ilişkisel sorunları, hatta yalnızlık hissini çocuklukta şekillenen bu bağda taşırız.
Kendini sabote etmek
Hayatta başarısızlığın, hayallerden vazgeçmenin ya da fırsatları değerlendirememenin sebebini çoğu zaman dış koşullarda ararız. Ekonomik durum, çevre, aile, şanssızlık… Liste uzar gider. Oysa en büyük engel, çoğu zaman aynada gördüğümüz kişidir. İnsan, farkında olmadan kendi önüne set çeker. Bilinçaltındaki korkular, geçmişte yaşanan olumsuz deneyimler ve derinlere yerleşmiş değersizlik duygusu, hedefe giden yolda görünmez tuzaklar kurar. İşte bu görünmez tuzaklara kendini sabote etmek denir.
Düşünsenize, bir fırsat elinize geçiyor ama onu değerlendirmek yerine erteliyorsunuz. Ya da hayatınızda olumlu bir gelişme olduğunda, bilinçsizce o gelişmeyi bozacak adımlar atıyorsunuz. Bu bir tesadüf değil; zihniniz, bilinçaltında hâlâ “Ben buna layık değilim” diyor olabilir.
devamını oku
Sevgi mi? Bağımlılık mı?
İlişkinin başında her şey çok yoğun, çok tutkulu ve büyüleyici görünür. Kalp daha hızlı atar, zaman durur, dünya sadece o kişiden ibaret hale gelir. Ama zamanla bazı duygular içeride biriktikçe, şu sorular sessizce yükselmeye başlar: “Onsuz yapamamak sevgi midir, yoksa bir bağımlılık mı?”, “Onun ilgisini kaybetmemek için neden kendimden bu kadar veriyorum?” lişkilerde sınırlar kaybolduğunda, sevgi yerini bağımlılığa bırakabilir. Fakat bunu fark etmek her zaman kolay değildir.