Hayat bazen geçmişin gölgesinde geçer. Bir karar alırız, bir kelime söyleriz ya da sadece bir şeyi yapmadığımız için yıllar boyu içten içe kendimizi suçlarız. Zaman geçer, hayat değişir ama içimizdeki o ince sızı kalır. Bazı duygular vardır, açıkça ortaya çıkmazlar ama sessizce içeride büyür, şekil değiştirir, bazen bedenimize ağrı olarak, bazen huzursuzluk olarak geri döner. İşte suçluluk duygusu da bunlardan biridir. Açık bir ifade bulamaz çoğu zaman; yüzleşilmediği için yıllarca bastırılır, yutulur, ama içten içe kişinin benlik algısını kemirmeye devam eder.
Karanlık Depresyonu (Mevsimsel Depresyon)
Sadece bir günlüğüne Taş Devrine (2 milyon yıl önce başladı ve 12.000 yıl önce son buldu.) ışınlanacak olsak bir günümüzün nasıl geçeceğini hiç düşündünüz mü? İnsan var olduğu ilk andan son ana kadar büyük ve karmaşık bir düzen içerisinde yaşamını sürdürdü. Geçmişten günümüze insanın sahip olduğu biyolojik, sosyolojik ve psikolojik etkiler yaşamımızın tamamını etkiliyor. Taş Devrinden de öncesinde varlığı bilinen insanın yaşamı pek çok iç ve dış etkenin alış verişine bağlı bir şekilde gerçekleşiyor.
Alarm kurmadan uyuduğunuz günü düşünün. Sizi uykunuzdan kaldıran şey neydi? Uykunuzu almış olmanız mı? Gürültü çıkaran komşunuz mu?
Sorunun cevabı bunlar değil, sizi uyandıran şey Gün Işığıydı. Yapılan araştırmalar (2000’li yılların başında) doğrultusunda gün ışığının beynimizin uykudan sorumlu olan bölümü Hipokampüs ile doğrudan etkileşim içerisinde olduğunu ortaya çıkardı. Yani zihnimiz uyku halinde gün ışığını doğrudan algılıyor ve uyanmamızı tetiklediğini öğrenmiş olduk. Bununla birlikte eğer uyku hormonu (Melatonin) yeteri kadar sağlanmaz ise hafızaya doğrudan etki ettiği de çıkan diğer sonuçlardandı.
Melatonin (Uyku Hormonu) ile birlikte eğer yeteri kadar gün ışığı olmayan bir zaman diliminde uyanıyorsak ek olarak Stres Hormonu (Kortizol) ile birlikte uyarılmış ve uyanmış oluyoruz. Yani karanlık ve yeterli gün ışığı olmayan bir zaman diliminde uyanıyorsak sinirli ve uykumuzu almamış gibi hissetmemizin nedenlerinden bazıları bunlar olabilir.
devamını oku
Karar Yorgunluğu
Yetişkin bir insanın bir saat içerisinde 2.000’den fazla karar aldığını biliyor muydun?
Bir karar alırken zihnin geçtiği aşamaların neler olduğunu ve ne kadar sürdüğünü biliyor musun?
Günümüz dünyasının bol seçenekli ve hızlı yaşam koşulları ile devam ediyor olması; hemen hemen çoğu insanın karşı karşıya kaldığı zihinsel bir yorgunluk çeşidi olarak yaşamımızın içine girmiş bulunmaktadır. Bu yazımda sana zihninin yaşadığı Karar Yorgunluğu’ndan bahsedeceğim. Geçmişten bugüne baktığımızda; günümüzde seçenekler arasında boğulurken hızlı bir şekilde karar vermen gereken durumlarla karşı karşıya gelmek artık yorucu olabiliyor. Karar vermen gereken bu zaman diliminde yaşadığın bu durum vakitsizlikten veya seçeneklerin fazla olmasından dolayı yoruluyor olabilirsin. Genellikle insan beyni karar vermesi gereken bir durum veya seçenekler ile karşı karşıya kaldığında süreç şu şekilde işliyor; Seçeneklerden senin için en faydalı olan veya en çok arzu duyduğun kararı almaya çalışır. Bunu yaparken sen aldığın kararı neden tercih ettiğini bilmene rağmen farkında olmayabilirsin. Çünkü her sağlıklı birey karar alırken hayalleri, hedefleri ve arzuları doğrultusunda kararlar almaya çalışır. Karşına çıkan seçeneklerin karara dönüşmesinde hayallerin, hedeflerin, sorumlulukların vb. nedenler etkili olabilir. Seçeneklerin çok olduğunun farkında olmadan zihnimizdeki yorgunluğu ve bunun karar almandaki etkisini inceleyelim.
Ertelenmiş Mutluluk Sendromu
Hayatta bazen özlemini çektiğimiz ancak güçlükle elde edebildiğimiz soyut şeyler için çaba sarf ediyoruz. Bu bazen hiç bitmek bilmeyen özlem duygumuzun altında yatan mutsuzluktan kaynaklanıyor olabilir. Hadi, birlikte mutluluk, mutsuzluk, ertelemek gibi durumlar üzerine biraz konuşalım.
Günlük yaşamımız içerisinde yoğun, stresli dönemlerden geçerken hepimiz kendi kendimize bir şeyler konuşuruz. Genellikle bu konuşmaların temelini; yaptığımız, ihmal ettiğimiz veya yapamadığımız şeyler hakkındaki iç hesaplaşmalarımızı oluşturuyor. Başardığımız, ihmal ettiğimiz, gerçekleşmesini hayal ettiğimiz bir şeyler hakkında konuşurken genellikle belirli kelimelerle konuşmaya başlarız.
Örneğin, başardığımız, varlığından memnuniyet duyduğumuz bir şeyler hakkında konuşurken ‘iyi ki’ diye başlarız. İhmal ettiğimiz şeyler hakkında konuşurken ‘eğer’ diye başlarız. Yanlış veya açıklamaya ihtiyaç duyduğumuz konular hakkında ‘ama’ ile başlar ve kendimizi daha iyi ifade etmeye çalışırız. Geçmiş veya gelecek hakkında konuşurken ise ‘keşke’ şeklinde hayallerimiz, beklentilerimizden bahsederiz. Peki bütün bu cümlelerin altında yatan asıl anlam nedir?
devamını oku